Hukuk Fakültesi

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 7 / 7
  • Öğe
    Vekaletsiz İş Görende İşi Vekaletsiz Olarak Görme Bilinci Aranmalı Mıdır?
    (Ankara Barosu Başkanlığı, 2017) Aksoy, Hüseyin Can
    Vekaletsiz iş görme kurumunu düzenleyen kanun koyucu, özgecil olarak bir başkasının işini gören kişi ile bir başkasının menfaatini bencilce gasp eden kişi arasında ayrım yapmış ve özgecil hareketiyle bir başkasının işini gören kişiye çeşitli ve geniş kapsamlı haklar sunmuştur. Bu bağlamda, iş görenin önemli ölçüde korunmasının sebebi onun özgecil davranışı olduğundan, gerçek vekaletsiz iş görmeye ilişkin hükümlerin uygulanabilmesi, iş görenin işi gördüğü sırada "işi vekaletsiz olarak görme bilincine" sahip olması koşuluna bağlıdır. Yükümlü olduğu yanılgısıyla veya batıl bir sözleşmeden doğduğu düşünülen borcunu ya da iptal edilmiş bir sözleşmeden doğan yükümlülüğünü ifa etme gayesiyle hareket eden iş görendeki özgecil yaklaşım eksikliği, vekaletsiz iş görme hükümlerinin uygulanmasına engeldir.
  • Öğe
    İsviçre Hukuku’ndaki Değişiklikler Işığında Ayırt Etme Gücüne Sahip Kısıtlının Mirasbırakan Sıfatıyla Miras Sözleşmesi Yapabilmesine İlişkin Düşünceler
    (Türkiye Adalet Akademisi, 2017) Atlan, Hülya A
    Miras sözleşmesi, mirasbırakana bazı yönlerden yarar sağlayan güvenceli bir ölüme bağlı tasarruf şeklidir. Hukukumuzda,mirasbırakan sıfatıyla miras sözleşmesi yapabilmek için tam fiil ehliyetine sahip olmak gerekir. Önemli bir tasarruf biçiminin ayırt etme gücüne sahip kısıtlılar tarafından yapılması kanun hükmüyle engellenmiştir. Ölüme bağlı tasarrufların açıklandığı iki yöntemden birinin önlenmiş olması, kısıtlılar yönünden ölüme bağlı tasarrufta bulunma iradesini önemli ölçüde daraltır. Bu, resmi makamların müdahalesine karşı vesayet altına alınmış yetişkinin iradesine öncelik tanıyan yeni eğilimle uyuşmaz.Bu eğilimin etkisiyle, İsviçre Medeni Kanunu'nun (ZGB) miras sözleşmesi yapma ehliyetine ilişkin hükmünden"kısıtlı olmama" koşulu kaldırılmıştır. Hukukumuzda da bu yönde bir değişikliğin yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.Kısıtlı, vasiyetnameyle olduğu kadar, miras sözleşmesi aracılığıyla da kişiye sıkı sıkıya bağlı hak niteliğindeki ölüme bağlı tasarrufta bulunma hakkını kullanabilmelidir. Ayırt etme gücüne sahip olunması koşuluyla kısıtlıların miras sözleşmesi yapmalarına imkân tanınmasının önünde hukuki bir engel bulunmamaktadır. Miras sözleşmesiyle kişiye sıkı sıkıya bağlı hakkın kullanılıyor olması, aynı zamanda bağlayıcı olan bu sözleşmenin geçerliliğinin yasal temsilcinin rızasıyla sağlanmasına engel değildir.Vesayet sistemimizin irade serbestisini esas alacak biçimde yeniden yapılandırılması, kısıtlıların miras sözleşmesi yapmalarını sağlayacak yasal düzenlemenin de zeminini oluşturacaktır.
  • Öğe
    Tüketici İşlemlerinde Sözleşmeye Aykırı Tüketim Malının İkame Edilmesine Kadarki Sürede Bu Malın Kullanımına Karşılık Değer Tazminatı İstenememesi
    (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2019) Dağdelen, Ahmet Hakan
    Divan’ın önüne gelen aşağıdaki olayın konusu, ayıplı malın değiştirilmesine kadar geçen sürede, tüketiciden bu malın kullanılmasına karşılık olarak bir bedel talep edilip edilemeyeceğine ilişkindir. Alman Mevzuatı satıcıya bu yönde imkân sunarak, alıcıdan bu bedeli talep etmesine izin vermektedir. Divan’a yöneltilen soruda, Alman Mevzuatı’ndaki bu kabulün Topluluk Hukuku ile bağdaşıp bağdaşmadığı incelenmektedir. Divan, satıcının seçilen tedbir türünü ivazsız gerçekleştirmek zorunda olduğundan hareketle, Alman Mevzuatı’nı Topluluk Hukuku ile bağdaşır bulmamıştır. Her ne kadar hükmün gerekçesi tartışmaya açık ve hükümde alıcının da ayıplı malın satım bedelinden önceden yarar elde ediyor oluşu üzerinde durulmasa da, hüküm vardığı sonuç ile adil görünmektedir.
  • Öğe
    Beden Bütünlüğünün İhlalinde Manevi Tazminat Miktarının Belirlenmesi = Determining of Amount of Non-Pecuniary Damage for Violation of Physical Integrity
    (Ankara Üniversitesi, 2016) Atlan, Hülya
    Ülkemiz hukukunda, manevi zararın ve tazminatın hesaplanmasının mümkün olmadığı, bu nedenle sadece takdir edilebileceği görüşü hâkimdir. Tazminatın belirlenmesinin bütünüyle hâkimin takdirine bırakılması, benzer kişilik hakkı ihlalleri için hükmedilen manevi tazminat miktarları arasında önemli farklılıklara neden olmaktadır. Hukuki güvenlik ilkesinin uygulanmasını tehlikeye sokan bu durum karşısında, manevi zarar ile tazminatın kapsamının objektif ilkelerle çizilmesi zorunluluk arz eder. Bu alanda bjektivitenin sağlanması, manevi tazminatın niteliği gereği güç olmakla birlikte imkânsız değildir. Özellikle beden bütünlüğünün ihlalinde manevi tazminatın objektif kriterlere göre belirlenmesi, diğer kişilik değerlerinin ihlaline oranla kolaydır. Zira bu halde, ihlalin türünü ve ağırlığını tıbbi araçlar ve benzeri yollarla maddi olarak tespit etmek olanaklıdır. Böylece beden bütünlüğünde meydana gelen bozukluklar yüzdelik oranlarla belirlenebilir ve bu oranlar üzerinden manevi zarar ve tazminat hesaplanabilir. Tıbbi yöntemlerin anı sıra, yargı kararları da tazminatın objektif temelde belirlenmesine hizmet edebilir. Gerçekten, manevi tazminat miktarına etki eden somut olaya ait objektif kriterlerin, ihlalin türüne göre derlenecek emsal kararlarla ortaya çıkarılması mümkündür. Sözü edilen yöntemlerle oluşturulacak çizelgeler, herkes için uygulanabilen asgari (taban) bir manevi tazminat miktarının elde edilmesini sağlar. Böylece manevi tazminat miktarına ilişkin çelişkili kararlar en aza indirgenmiş olur.
  • Öğe
    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kararlarının Yerine Getirilmemesinden Doğan Sorumluluk
    (Istanbul University, 2014) Karaman, Ebru
    İkinci Dünya Savaşı’nın özellikle Avrupa Kıtası’nda yarattığı insan hakları ihlalleri, insan hakları ve özgürlüklerin kurumsal alandan çıkıp uygulama alanına girmesine neden olmuştur. Önceleri esas itibarıyla bir iç hukuk sorunu olarak değerlendirilen insan haklarının ihlali ve güvence altına alınması, günümüzde uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Bunun en önemli sonucu ise, uluslararası bir denetim ve koruma mekanizması olan Avrupa İnsan Hakları sisteminin kurulmasıdır1. 1950 yılında imzalanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) Başlangıç kısmında da belirtildiği gibi, bu Sözleşmeyle Avrupa Konseyi üye devletleri, insan hakları ile özgürlüklerin korunmasını amaçlamaktadır2. AİHS, klasik uluslararası antlaşmalardan farklı olarak, karşılıklı ve iki taraflı taahhütlerin ötesinde, taraf devletlerin yerine getirmesi gereken objektif yükümlülükler yaratan ayırt edici bir niteliğe sahiptir. Sözleşme’nin AİHM tarafından insan hakları alanında Avrupa kamu düzeninin anayasal belgesi olarak tanımlanması da bunun bir sonucudur.Sözleşme’nin 19. maddesiyle kurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), gerek devlet başvuruları gerekse bireysel başvurular sonucunda hak ihlallerini saptamakta ve Mahkemenin ihlal kararının yerine getirilebilmesi için dosyayı Bakanlar Komitesi’ne göndermektedir. Yargılama işleminin amacı, uygulamada bir işlevinin olmasıdır. Şüphesiz yerine getirilmeyen bir mahkeme kararının fiilen hiçbir önemi yoktur. Bu nedenle AİHM’nin kararları da kendi başına bir değer teşkil etmez. AİHM kararları, gelecek için bir değişim vaadi, hak ve özgürlüklerin fiilî olarak var olmasını sağlaması gereken bir sürecin başlangıcıdır. Dolayısıyla, AİHM’nin kararlarının yerine getirilmesi insan hakları ihlallerinin önlenmesi açısından büyük önem taşımaktadır. 1998 yılında yürürlüğe giren 11 No.lu Ek Protokol’ün Mahkeme kararlarının uygulanmasına yönelik getirdiği yeniliklerin reform niteliğinde olduğu ve AİHM’yi gerçek bir yargı organı haline getirdiği kuşkusuzdur6. Ancak Mahkeme, getirilen düzenlemelere rağmen, ciddi şekilde artan iş yüküyle yeniden karşılaşmıştır. 11 No.lu Ek Protokol’ün getirdiği hızlanmayı arttıran ve Mahkemenin kararlarının uygulanması aşamasında Bakanlar Komitesi’nin yetkilerini güçlendirmeyi amaçlayan yeni bir protokol ihtiyacı doğmuştur. 14 No.lu Ek Protokol 13 Mayıs 2004’te imzaya açılmış ve 1 Haziran 2010’da yürürlüğe girmiştir8. Söz konusu düzenlemenin değerlendirilmesiyle birlikte, bu çalışmanın ilk bölümünde AİHM kararları ve kararların bağlayıcılığı; ikinci bölümünde ise, AİHM kararlarının yerine getirilmemesi durumunda Bakanlar Komitesi, AİHM ve Parlamenterler Meclisi tarafından uygulanabilecek yaptırımlar üzerinde durulacaktır.
  • Öğe
    Anonim Şirket Yönetim Kurulu Üyelerine Yapılan Ödemelerin Vergilendirilmesi = Taxation of Payments to The Member of the Board of Directors of Joint-Stock Company
    (Uludağ Üniversitesi, 2018) Yiğit, Uğur
    Anonim şirketler tarafından yönetim kurulu başkan ve üyelerine bu sıfatları nedeniyle değişik adlarla ödeme yapılabilir. Bir şirketin yönetim kurulu üyesi olan kişi aynı zamanda bu şirketin ortağı da olabilir. Şirket ortağı olması nedeniyle kendisine kar payı ödenebilir. Şirket yönetim kurulu üyesi ve şirket ortağı olan kişinin ayrıca şirkette hizmet sözleşmesine dayalı olarak genel müdür, genel müdür yardımcısı gibi bir sıfatla çalışması ve bu hizmeti karşılığında kendisine ücret ödenmesi de mümkündür. Bu durumda ilgili kişiye üç ayrı sıfatı (yönetim kurulu üyesi/şirket ortağı/şirket çalışanı) nedeniyle ödeme yapılabilir. Bu çalışmanın konusunu bir gerçek kişi yönetim kurulu başkan ve üyesine bu sıfatının yanı sıra aynı zamanda şirket ortağı ve şirket çalışanı olması durumunda yapılacak ödemeler ve bunların vergilendirilmesi teşkil etmektedir.
  • Öğe
    Ombudsman Kurumu ve Türkiye'de 6328 Sayılı "Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu"nun Düzenlenmesi = Ombudsman Institution and Regulation of 6328 numbered “Public Audition Institution Law” In Turkey
    (İstanbul Medipol Üniversitesi, 2017) Çağdaş, Tülin
    Ombudsman Institution –even though founded in various types and fieldsgenerally serves to protect the rights and interests of people, in case any conflict arose between them and administration, resolves the conflict at the swiftest way possible, thus lessens the burden of administrative jurisdiction. The institution is established in the early 18th century in Sweden for the first time. In Turkey the institution founded in 2010 in the 74th article of constitutional law under Public Audition (Ombudsman) name in pursuant of the amendments made in 1982 constitutional law. In following years this institution is regulated by 14.06.2012 dated 6328 numbered Public Audition İnstitution Law. The law in question offers accurate provisions but also provides insufficient and deficient parts. If insufficient and deficient parts are amended the institution shall function better and in line with its goal.