Yazar "Tokman, Hrisi Bahar" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 6 / 6
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Bacteroidetes and Firmicutes levels in gut microbiota and effects of hosts TLR2/TLR4 gene expression levels in adult type 1 diabetes patients in Istanbul, Turkey(Elsevier Science Inc, 2020) Demirci, Mehmet; Tokman, Hrisi Bahar; Taner, Zeynep; Keskin, Fatma Ela; Cagatay, Penbe; Bakar, Yesim Ozturk; Ozyazar, MucahitAim: The aim of this study was to determine and compare the levels of both Bacteroidetes and Firmicutes in the gut microbiota and TLR2/TLR4 gene expression in the blood of patients with type 1 diabetes mellitus (T1DM) and healthy individuals. These results may serve as a preliminary assessment to guide future research. Method: Between January and October 2014, stool and blood samples were collected from 53 adult T1DM patients and 53 age- and gender-matched healthy individuals. Bacteroidetes and Firmicutes levels were assessed from stool sample DNA and TLR2 and TLR4 expression levels were analyzed via qPCR using RNA from EDTA blood samples from both patients and healthy controls. Results: The amounts of Bacteroidetes and Firmicutes were statistically significantly higher and lower, respectively, in the T1DM group than in the healthy control group (p < 0.001 and p < 0.001, respectively). In addition, the Firmicutes/Bacteroidetes ratios in patients with T1DM were significantly lower than in healthy controls. The TLR4 and TLR2 gene expression levels in T1DM patients were significantly upregulated and downregulated, respectively, compared to those in the control group. Conclusion: Our data are the first to show a relationship between T1DM and gut microbiota in our country. In addition, our results provide information about the connections between T1DM, gut microbiota, and TLR2 and TLR4 expression. We believe that Bacteroidetes and Firmicutes in the gut microbiota may play a role in the autoimmune process of T1DM and that these findings should be further investigated in the future. (C) 2019 Elsevier Inc All rights reserved.Öğe Bruselloz Şüpheli Olgularda Brusella Seropozitifliğinin Araştırılması: Dört Yıllık Retrospektif Bir Değerlendirme(Logos Tıp Yayıncılığı, 2019) Taner, Zeynep Tane; Dinç, Harika Öykü; Demirci, Mehmet; Gareayaghi, Nesrin; Kurt, Aykut; Özbey, Doğukan; Tokman, Hrisi Bahar; Kocazeybek, Bekir SamiAmaç: Brucella cinsi bakterilerle oluşan bruselloz, sistemik bir enfeksiyon hastalığı olup dünyanın birçok ülkesinde yaygın olarak saptanmakta ve ülkemizde de oldukça sık görülmektedir. Çalışmamızın amacı, İstanbul ve çevre illerdeki yerleşim bölgelerinden dört yıllık dönemde bruselloz kuşkusu ile merkezimize başvuran 6.045 olgudan alınan serum örneklerinde bruselloz serolojik göstergelerini retrospektif olarak değerlendirmek ve sonuçları yine merkezimizde 2005-2011 yılları arasında gerçekleştirilmiş çalışmanın verileriyle karşılaştırarak değişkenlikleri irdelemektedir. Yöntem: Çalışmamıza Mart 2013- Mart 2017 tarihleri arasında İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi Tıbbi Mikrobiyoloji Laboratuvarı Seroloji/ELISA birimine gönderilen bruselloz şüpheli olgulara ait serum örnekleri dahil edilmiştir. Örneklerden Brucella Serum Aglütinasyon (SAT), Coombs’lu Wright (CT) ve Rose-Bengal (RB) testleri yapılmıştır. Bulgular: Dört yıllık değerlendirme sonucunda, bruselloz şüpheli 6045 olgunun 107 (%1.8)’si seropozitif, 5938 (%98.2)’i seronegatif bulunmuştur. Brusella seropozitif 107 olgunun 73 (%68.2)’ü RB ve SAT ile eş zamanlı pozitif bulunmuş, 34 (%31.7) olgu ise RB ve SAT test sonuçları arasında uyumsuzluk görülmesi nedeniyle, CT sonucuna göre brusella seropozitif olarak belirlenmiştir. Brusella seropozitiflik oranı kadınlarda (%58) erkeklere (%42) göre daha yüksek olsa da istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır. Olguların %28’inde aile içi aynı kaynaktan bulaş, %48’inde kırsal kesimde yaşama öyküsü saptanmıştır. Sonuç: Verilerimizin retrospektif değerlendirmesi sonucunda, bu çalışmada İstanbul ve çevre illerinde saptadığımız bruselloz seropozitiflik oranı (%1.8), aynı merkezde bir önceki dönem elde edilen orana göre (%3) düşük bulunmuştur. Bruselloz seropozitifliğinin oransal düşüklüğünde, son yıllarda görsel ve yazılı iletişim araçlarındaki artışla hayvansal kaynaklı beslenme konusunda daha bilinçli ve hijiyen kurallarına uyan insan kitlelerindeki artışın rolü olabileceğini düşünmekteyiz.Öğe Menenjit Tanısı Almış Hastalarda, Bakteriyel Menenjit Etkenlerinin Kültür ve PZR ile Belirlenmesi(Logos Tıp Yayıncılığı, 2019) Demirci, Mehmet; Toprak, Sezer; Can, Kübra; Çalışkan, Reyhan; Şengöz, Gönül; Habip, Zafer; Tokuç, Edip; Taner, Zeynep; Torun, Müzeyyen Mamal; Kocazeybek, Bekir Sami; Tokman, Hrisi BaharAmaç: Çalışmamızda, fakültemizde, menenjit tanısı almış erişkin hastalar arasında hastane kökenli ve toplum kökenli bakteriyel menenjit olgularının belirlenmesi ve bu olgularda Neisseria meningitidis, Streptococcus pneumoniae, Haemophilus influenzae, Grup B Streptokok ve Listeria monocytogenes’in saptanmasında multipleks PZR’nin kültüre göre avantajlı olup olmadığının gösterilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmamız, İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne Şubat 2012- Haziran 2013 tarihleri arasında başvuran ve menenjit ön tanısı alan 100 erişkin hastanın beyin omurilik sıvısı (BOS) örneği ile gerçekleştirilmiştir. Örnekler 2 tüpe alınmıştır. Birinci tüpteki BOS örneğinin önce makroskobik incelemesi yapılmış, daha sonra, hücre sayımı, Gram boyama, direkt antijen tayini ve besiyerlerine ekim işlemi gerçekleştirilmiştir. İkinci tüpteki örnek ise, kan kültürü şişesine (BD Bactec FX) ekilerek 37°C’de inkübe edilmiştir. Üreyen bakteriler, standart klinik mikrobiyoloji yöntemleri kullanılarak tanımlanmış ve gereği halinde APİ (BioMérieux, Fransa) kitleri ile ileri tanımlamaya gidilmiştir. Moleküler testlerle bakteri izolasyonu için Seeplex Meningitidis-B Ace Detection kiti (Seegene Inc., Kore) kullanılmıştır. BOS örneklerinde mL’de 200’den fazla lökosit görülmesi ve PNL hakimiyeti menenjit tanısını desteklemiştir. Bulgular: BOS örneklerinden berrak olan 66 örneğin 8’inde (%12.1), ksantokromik olan 12 örneğin 4’ünde (%30) ve bulanık olan 22 örneğin 9’unda (%40.9) bakteri saptanmıştır. Çalışma grubumuzdaki hastane kaynaklı erişkin menenjitli hastaların BOS örneklerinde Gram pozitif bakterilerden en sık metisilin dirençli koagülaz negatif stafilokokların (n=6, %30), Gram negatif bakterilerden ise Klebsiella spp.nin (n=4, %20) ürediği belirlenmiştir. Toplum kaynaklı menenjit tanısı alan 1 olguda ise multipleks PZR ile S. pneumoniae saptanmıştır. Sonuç: Giderek azalan toplum kökenli menenjitlerde etken mikroorganizmanın tespiti için yapılan çalışmaların bugün artık yalnızca kültür yöntemine dayandırılmaması gerektiği, PZR yönteminin bu alanda sağladığı avantajlardan yararlanılması gerektiği düşüncesindeyiz.Öğe Presence Of Biofilm And Adhesin Genes İn Staphylococcus Aureus Strains Taken From Chronic Wound İnfections And Their Genotypic And Phenotypic Antimicrobial Sensitivity Patterns(Elsevier, 2020) Demirci, Mehmet; Demir, Cemil; Yiğin, Akın; Tokman, Hrisi Bahar; Yıldız, Songül ÇetikThe purpose of this research was to examine biofilm (icaA, icaD and bap) and adhesin (clfA, fnbA, cna) genes, and also assess the genotypic and phenotypic antimicrobial resistance patterns of Staphylococcus aureus strains taken from wound specimens in Mardin, Turkey. A total of 220 wound specimens were investigated. The biofilm forming ability and resistance pattern for eleven antimicrobial agents were investigated by conventional and multiplex PCR methods. S. aureus were taken from 112 (50.9%) of 220 wound specimens. Moreover, biofilm production was found in 79 (70.5%) of the 112 S. aureus isolates. 97 (86.6%) strains of all isolates were positive for icaA and icaD, and 15 (13.4%) for bap. The adhesin genes, cna, fnbA and clfA were detected in 98 (87.5%), 87 (77.7%), and 75 (66.9%) strains, respectively. The numbers of MSSA and MRSA bearing antimicrobial resistance genes were 19 (16.96%) and 32 (28.57%) for blaZ, 9 (8.04%) and 17 (15.18%) for tetK, 6 (5.36%) and 14 (12.5%) for ermC, 2 (1.79%) and 7 (6.25%) for tetM, 0 (0%) and 5 (4.46%) for mecA, 2 (1.79%) and 4 (3.57%) for ermA, 1 (0.89%) and 2 (1.79%) for both tetK and tetM, respectively. Our findings indicate that multiplex PCR is a suitable way for identifying biofilm and adhesin producing S. aureus. Our data also provided a country-wide oversight of the S. aureus antimicrobial resistance gene profiles for the properly therapy of patients and to control the spreading of the resistance genes.Öğe Tip 1 Diyabet Hastalarının Bağırsak Mikrobiyotasında Lactobacillus Casei ve Lactobacillus Acidophilus Miktarının Araştırılması(2019) Demirci, Mehmet; Kocazeybek, Bekir S.; Taner, Zeynep; Keskin, Fatma Ela Temeloğlu; Özyazar, Mücahit; Tokman, Hrisi BaharAmaç: Probiyotik özellikleri ile konakta koruyucu rolleri olduğu düşünülen Lactobacillus acidophilus ve Lactobacillus casei’nin erişkin tip 1 diyabet (T1DM) hastaları ve sağlıklı kontrol gruplarındaki bireylerin bağırsak mikrobiyotasındaki miktarlarının real-time PCR yöntemi kullanarak saptanması ve erişkin T1DM hastaları ve sağlıklı kontrol grupları arasında miktarlar açısından bir fark bulunup bulunmadığının belirlenerek, Tip 1 diyabet hastalarında bu probiyotik bakterilerin önemi hakkında bazı verilerin belirlenmesidir.Yöntemler: Çalışma, Ocak 2014-Ekim 2014 tarihleri arasında, T1DM tanısı almış olan 53 erişkin hastadan ve sağlıklı kontrol grubunu oluşturan 53 sağlıklı bireyden alınan 106 dışkı örneği ile gerçekleştirildi. Dışkı örneklerinden DNA izolasyonları gerçekleştirildi. Elde edilen DNA’lar L. acidophilus ve L. casei’ye spesifik primerler yardımıyla real-time PCR sisteminde çalışıldı. Sonuçların istatistiksel analizi Mann-Whitney U testi ile yapıldı.Bulgular: Çalışmamıza katılan tip 1 diyabet tanılı hastaların ve sağlıklı bireylerin ortalama yaşları 32,87±12,68’dir. T1DM hastalarında saptanan vücut kitle indeksi (VKI), HbA1c ve açlık kan şekeri düzeylerinin, sağlıklı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak ileri derecede anlamlı fark gösterdiği belirlenmiştir (p<0,001). Buna karşın, bağırsak mikrobiyotasında saptanan L. acidophilus ve L. casei miktarı sağlıklı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede fark göstermemiştir (p>0,05).Sonuç: Bu çalışma ülkemizde, T1DM tanılı hastalar ve sağlıklı bireylerin bağırsak mikrobiyotasında L. acidophilus ve L. casei miktarlarının incelendiği ilk çalışmadır. Probiyotik etkinlikleri bilinen bu iki bakterinin ülkemiz erişkin T1DM’lu hastalarının bağırsak mikrobiyotasındaki miktarlarında, sağlıklı kontrollere göre fark bulunmamıştır. Görüşümüz, T1DM ile bağırsak mikrobiyotasının birbirini karşılıklı tetikleyen döngüsü içinde, bu bakterilerin eksikliği ya da fazlalığının büyük önem taşımayabileceği yönünde olmuştur. Bu durumun, daha kapsamlı çalışmalarla aydınlatılmasında yarar olduğu kanaatindeyiz.Öğe Tip 1 Diyabet Hastalarının Bağırsak Mikrobiyotasında Lactobacillus Casei ve Lactobacillus Acidophilus Miktarının Araştırılması = Investigation of Lactobacillus Casei and Lactobacillus Acidophilus Amount at Gut Microbiota from Adult Type 1 Diabetes Mellitus Patients(Galenos Yayınevi, 2019) Demirci, Mehmet; Keskin, Fatma Ela Temeloğlu; Taner, Zeynep; Özyazar, Mücahit; Kocazeybek, Bekir S.; Tokman, Hrisi BaharAmaç: Probiyotik özellikleri ile konakta koruyucu rolleri olduğu düşünülen Lactobacillus acidophilus ve Lactobacillus casei’nin erişkin tip 1 diyabet (T1DM) hastaları ve sağlıklı kontrol gruplarındaki bireylerin bağırsak mikrobiyotasındaki miktarlarının real-time PCR yöntemi kullanarak saptanması ve erişkin T1DM hastaları ve sağlıklı kontrol grupları arasında miktarlar açısından bir fark bulunup bulunmadığının belirlenerek, Tip 1 diyabet hastalarında bu probiyotik bakterilerin önemi hakkında bazı verilerin belirlenmesidir. Yöntemler: Çalışma, Ocak 2014-Ekim 2014 tarihleri arasında, T1DM tanısı almış olan 53 erişkin hastadan ve sağlıklı kontrol grubunu oluşturan 53 sağlıklı bireyden alınan 106 dışkı örneği ile gerçekleştirildi. Dışkı örneklerinden DNA izolasyonları gerçekleştirildi. Elde edilen DNA’lar L. acidophilus ve L. casei’ye spesifik primerler yardımıyla real-time PCR sisteminde çalışıldı. Sonuçların istatistiksel analizi Mann-Whitney U testi ile yapıldı. Bulgular: Çalışmamıza katılan tip 1 diyabet tanılı hastaların ve sağlıklı bireylerin ortalama yaşları 32,87±12,68’dir. T1DM hastalarında saptanan vücut kitle indeksi (VKI), HbA1c ve açlık kan şekeri düzeylerinin, sağlıklı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak ileri derecede anlamlı fark gösterdiği belirlenmiştir (p<0,001). Buna karşın, bağırsak mikrobiyotasında saptanan L. acidophilus ve L. casei miktarı sağlıklı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede fark göstermemiştir (p>0,05). Sonuç: Bu çalışma ülkemizde, T1DM tanılı hastalar ve sağlıklı bireylerin bağırsak mikrobiyotasında L. acidophilus ve L. casei miktarlarının incelendiği ilk çalışmadır. Probiyotik etkinlikleri bilinen bu iki bakterinin ülkemiz erişkin T1DM’lu hastalarının bağırsak mikrobiyotasındaki miktarlarında, sağlıklı kontrollere göre fark bulunmamıştır. Görüşümüz, T1DM ile bağırsak mikrobiyotasının birbirini karşılıklı tetikleyen döngüsü içinde, bu bakterilerin eksikliği ya da fazlalığının büyük önem taşımayabileceği yönünde olmuştur. Bu durumun, daha kapsamlı çalışmalarla aydınlatılmasında yarar olduğu kanaatindeyiz